Chivas

alınmalı, saklanmalı, Vivienne Westwood'a saygı duyulmalı..








Chivas'ın Alexander McQueen anısına yaptığı bir önceki Chivas designed şişesi..



la salsa de cuba




bir blog yazarı büyüğümüz demiş ki: "aslında tüm kadınlar güzeldir, eski sevgilinin yeni sevgilisi hariç.. " ben buna bi ekleme daha yapmak istiyorum, sevgilinin eski sevgilisi de hariç!

hayatta hep şöyle bir özgüvene sahip olmuştum: ben çok iyi, süper bi insanım, herkes de bunu bir gün gelecek anlayacak, benim bir şey yapmama gerek yok.. ne uğraşcam elin insanlarına kendimi anlatmakla, hayatta kasmam, onlar beni anlasın.. ba ba ba havalara bak.. özgüvene gel.. alain delon'um ya ben zaten, peşimde kitleleri sürüklüyorum.. hayır nobel'i kazanan bi insan olsam geçmişte anlıcam, bak ben yoluma devam ettim de onlar beni nobel'e layık gördüler diye.. yok efendim, insanın kendini pazarlaması başka bir şeymiş.. sen anlatmadan kimse o derece farkına varmazmış, sen göstermeden görmeyen bir sürü göz kapalı kalırmış..

bi ıssız adaya düşsek de senle beraber, her şeyden herkeslerden uzak kalsak.. küba'ya mı gitsek yoksa? fonda da bizim müziklerimiz çalsa mesela.. insanın moduna göre değişen müzikleri olmalı ve o şarkılar loopta sürekli çalmalı.. bazen kendimi ally mcbeal dizilerinin içinde hissediyorum, anlık hayat duruyor, ben ya elimin altındaki sandalyeyi karşımdakinin kafasına geçiriyorum, ya da fonda çılgınca samba çalıyor ve ben ellerim havada dans ediyorum.. şu an fonda besame mucho çalıyor.. havaalanında uçağımı beklemekteyim, biraz bira biraz cips keyif yapıyorum.. bi de aslında şu an koca holde ayağa kalktım dans ediyorum..

tuvalete düşen cep telefonum, birayla yıkanan laptopım varken ben günlerdir bir boncuk peşindeyim.. gözüm kara kalmadı yara diyerek her türlü imkanı zorlarken kollarım beni yarı yolda bırakıyor.. wakeboard sonrası bende kalan koli basili yutmuş bünyem ve bir poşet taşıyamayan kollarım.. yelkenin sınavını pek başarıyla geçtikten sonra trapeze geçme şevkimi kıran hocam "yaşın biraz büyük, bi de bünyen zayıf, azcık yemek ye" diyerek hem 3 gün sonraki doğum günüme atıfta bulundu, hem de annem gibi konuştu.. tam 2 saat sonra anneme sarılıcam, hem de ondan "aaaayyy sana noolmuş, çok zayıflamışsınnn, dön bakıyım kemiklerini sayıcammm" çığlıkları eşliğinde ağzımdan ve burnumdan mantı yicem..

cumartesi en mutlu günüm olucak, salsayı geçtim sabahtan akşama kadar beynim hiphop yapıcak.. count down :)





big or aidan?



Big : Oh, I get it...
You've never been in love.

Carrie : Wait...
have you ever been in love?

Big : Abso-fucking-lutely!

i wake up screaming!











Did
I
wake
up
beside
you
today
or
not
?

















12 cıbıl cıbıl adamlar






ortaokul yıllarında biliyodum ben bu adamda bi cevher olduğunu..
bu yılın reklam ödülünü sana bahşediyorum..
kerem tunçeri


neden








yorgunluktan mı bu halim..
düşünmek bile zor
kelimesiz geldiğim
fikirler yol almaz..












* photography by daimonia
* music inspiration by scarlet

rexona






which i don't feel lately..







22 the death of all romance


























i have never cried in anybody's arms
the way that i have often cried in yours..








what were you expecting?








evet kabul..
bazen hiç olmayacak şeyleri hayal ediyoruz..
bazen de hayal etmekten hoşlanıyoruz..




iyi de, hayat da bazı şeyler de kolay olsa ya?




baba ben bugün flokçu oldum!



Sailing takes me away to where I've always heard it could be
Just a dream and the wind to carry me
And soon I will be "free"..





Fantasy, it gets the best of me
When I'm sailing
All caught up in the reverie,
every word is a symphony
Won't you believe me?






çekirdeksiz karpuza kelebek konar mı?





kelebek tek günlük..

karpuz tek yıllık bitki..

değer mi acaba?


bir cmtesi sabahı.. güneşle uyandın mı hiç?



* cumayı cumartesiye bağlayan dün gece uyudum mışıl mışıl..

* cumartesiyi pazara bağlayan bu gece de ise mika'yla eğlenicem ışıl ışıl..

* her şeyden hemen sıkılan bi insan oldum fısır fısır..

* debelenirken dengesizleşiyorum fosur fosur..

* anlık mutluluklar yaşarken hemen ağlayabiliyorum içimden içil içil..

* hava nemli ama esiyor püfür püfür..

* ben cumartesi sabahın köründe ofisteyim, pek acıklı..

* ben giderim o gelir, peşimden çin çin eder..

* mika, i love you!





* bitti




london's calling!



londra.. volkan patlaması..

hayatta başıma gelebilcek en güzel şeylerden biriydi..
böyle bir tatil bir daha asla olmaz, olamaz.. o yüzden her anın tadı sonuna kadar çıkarıldı..

ilk gün şunu yaptık, ikinci gün bunu yaptık demicem çünkü 1 haftalık planlanan tatil 2 haftaya çıkınca artık her yerini avucumun içi gibi öğrendim, bir Londoner oldum vesselam..

hem gitmek isteyenler olabilir, hem de ben yıllaaaar sonra Londra'da yaşarken "bak zamanında ilk buraları görüp aşık olmuşum bu şehre" demek için aklımda kalanları yazıcam buraya..

* kaldığımız yer çok merkeziydi: yha london, oxford streetinin hemen arkasında, regent's park'taydı..

* underground sayesinde yere gidebiliyorsunuz, taksiye hiç gerek yok.. gider gitmez oyster kartı alın, doldurdukça kazanın..

* "phantom of the opera" - kesinlikle mükemmel bir müzikaldi..

* covent garden çok güzel, her pazar gidilesi, içilip güneşin altında müziğin zevki çıkarılmalı.

* canary wharf'a saat 5 gibi gidin, ordaki publara takılın..

* nothing hill, portobello road çok şirin, sokağın bir ucundaaan sonuna dek yürüdük, sonra geri döndük aynı yolu. yolun sonlarına doğru pek bir şey yok, burdan bi "tube" girişi vardır diye düşünmeyin..

* hyde park hava sıcakken çok güzel, hemen karşısındaki sainsbury'den yicek, içcek alabilirsiniz..

* müzeler güzel tabi..

* camden town çok değişik, çok şirin ayakkabılar var, gotik kıyafetler, uçan insanlar, değişik bi ton şey..

* thames güzel, böyle etrafında sürekli koşan insanlar var, zaten herkes spor yapıyor!

* konsolosluk knightsbridge'de.. volkan patlar, bişi olur, aklınızda olsun..

* ortaokul hocalarının öğrettiği greenwich- gırinviç okunuşunu unutun, 100 ingilize sorduk, hiç biri anlamadı.. greenwich: gıraniç diye okunur!

* london eye'a kesinlikle 8'den sonra bin, gece manzarasıyla anlam kazanıyor o dönme dolap

* zoo bar (leicester square'de, pazar geceleri mutlaka buraya gidin!)
roadhouse (covent garden'da - her gece buraya gidebilirsiniz!)
fabric - çok elektronik
sound - çok r&b
egg - diye bir yer varmış, evet!
onanon - her katında başka bi müzikler var ama gereksiz..
oxygen - uzak dur!
* saat 6dan sonra pub kültürü dediğimiz şey başlıyor, herkes işten çıkıp içmece.. 11de kapanıyor, sonra clublara..

* gitmişken tabi sütlü ingiliz çayı iç, guiness iç, fish&chips ye, guiness iç, yağlı ingiliz kahvaltısı ye, guiness iç.. öyle çok özellikli bi yicek & içcek kültürleri olmadığı için pek de bir şey gelmiyor aklıma tavsiye edecek..


dikkat edin, aşık olunacak şehir!!

düşünce bulutuyum ben, eser geçerim..



* gecenin bi yarısı hala çalışan bir çamaşır makinası var bu evde.. enerjisi bitmek bilmiyor, çevirdikçe çeviriyor.. kısa programı da yok, illa en uzunundan yıkayacak her şeyi..

* kendime "pleasure moments" yaratıyorum, gece uyumadan önce süt ısıtıp nescafe koyuyorum içine, bi de çikolatadan bi parça.. (ehe ne bi parçası, hepsini yiyorum tabi kiii)

* bornoz en sevdiğim kıyafet.. ama ismi kötü: bornoz bornoz bornoz bornoz.. 50 kere bornoz diyince garipleşiyor..

* nerdeyse 3 gündür hiç televizyon açmadım.. bence böyle yaşanabilir.. evet..

* kendim için kararlar alıp onları uyguladığımda küçük zaferler kazanmış gibi hissediyorum..

* anlamsız kelimeler uydurmayı seviyorum, onlar benim kelimelerim, benim sözlüğümdeler, anlamları sadece benim için.. püftirik, epiş, pisbik, bücük..

* "neden" kelimesini ise sözlüğümden sildim, cevap alamayınca anlamsız kalıyor..

* evimle uğraşmak istiyorum, duvarlarıma fotograflar asıyım, küçük detaycı şeyler alıyım, renkli tüller, minderler alıyım istiyorum.. şimdilik renkli çarşaflarla başladım..

* ben çok renkli bi insandım.. hayat beni pastel yaptı.. yapmış hatta.. farkında bile değildim..

* çok basit şeyler isterken hep en karmaşık olan şeyler başıma geliyor.. gene.. gene.. ve gene..

* cümlelerimin sonu hep smiley'le bitiyor çünkü yazarken gülüyorum ben hep.. ama her şey mi çok komik yahu?

* makinanın "tık" sesi: bittim ben demek..


"tık"





Hayat ve Anlamı






Geçen haftadan beri hayatımın pek bir anlamı yok gibi geliyor. Ne yazılarımı okutacağım birisi, ne sabah güldüğümüz birisi, ne de balkonda kuşları yemlediğimiz birisi var yanımda. Yok yani. İşin en fenası da bu yok oluşun, tam anlamıyla bi yok oluş halinde gerçekleşmesi oldu. Gayet güzel kahvaltı ederken, birlikte Türk kahvesi için tek bir sigarayı ortaklaşa tüttürürken birden akşam oluyor, evde kimseler yok. Çat! Şimdi evde iki kişi kaldık. Kedimiz Tortor da bu vesileyle üzerime kaldı. Yokluk kendisini zamanla hissettiren bir şey. Varken olanı hissetmiyorsunuz, yokken de olmayanı hissediyorsunuz, garip. Kısa sürede çok üzüldüm.
Üzülmemin sebeplerini düşündüm biraz. İnsan çok sevdiği birisini kaybedince (bence) birkaç şeyden dolayı üzülüyor. Ben artık onunla bi şeyler paylaşamayacak olmama üzüldüm. Kumda kendisini temizleyen bir serçe, suyun dibinden giden bi balık sürüsü gördüğümde artık gösterecek kimsem yok. Çok yalnızım. Ama arkadaşlar iyidir, beni yalnız bırakmıyorlar. Yalnız kaldığınız her an bi takım anılar çıt, çıt ya da güm güm şeklinde kafanızın içinde patlayıveriyor. Geceleri uyumak çok zor. İçki de içmediğimden, uyumak için alternatif tıbbın tüm bileşenlerini devreye sokuyorum.
Gözlerimi bilinçli olarak kapatmak istemediğimden yapılabilecek en sıradan şeyi yapı TV’ye bakarken ekran karşısında sızıyorum. Sabah kalkış kısmı daha fena. Uyandıktan sonra yatak keyfi diye bir şey yok. Zaten yatakta keyif yapacak bi şey de yok. Sabahın köründe kargalarla birlikte oturup bok yemeye başlıyorum ben de. Ne yapalım, hiçbir şeyi değiştiremiyoruz ne de olsa. ‘Hayat devam ediyor’ filan diyorlar ama benim için aslında hayat pek devam etmiyor şu sıralar. Neyi devam etsin? Benim için hayat yeniden başlıyor şu anda sanırım. Hem de sıfırdan.
Sevindiğim şeyler de var. Son bir yılı reklam acansındaki işimden ayrılıp evde Nursel’le birlikte geçirmiş olmamız beni en çok rahatlatan şeylerden biri. Ortalama insanlardan çok daha fazla birlikte ve mutluyduk son bir yıl içinde. Evde sabahtan akşama oturup, ağaçlara bulutlara, Tortor’a bakıp gülüyorduk. Çok mutluyduk, gerçekten. Çoğu insanın yaşayamayacağı kadar mutluluk yaşadım son bir senede. Ne yazık ki mutluluk da elektrik gibi bir yere istiflenmesi zor bi duygu. Şimdi o mutluluk anları anı olarak suratıma kapanıyor. Yalnızlığın bir başka karanlık tarafı da ortaya çıkıyor böylece; karşılaşmalar.
Sabahtan akşama çevremdeki birçok şeyde birlikte yaşadığım, eğlendiğim ve mutlu olduğum insanı görüyorum ister istemez. Neyse ki şimdi kendisini Heybeli’ye bıraktık. Bir süre sonra o da adanın bir parçası olacak, Heybeli’ye her gittiğimde belki de enseme konan bir sinek, topraktan çıkan bir çiçek, ağacın tekinde ekşi bi erik ya da peşimden gelen yavru bi kedi olacak. Şimdilik beklemekte yarar var. Hiçbir şey kaybolmuyor, bu da bir gerçek.
Hep çok şanslı olduğumu düşünürdüm. Hâlâ da düşünüyorum galiba. Hep istediğim işi yaptım, beni sıkan protokollere, ıvıra zıvıra bulaşmadım, zora gelmedim, her işim iyi gitti... Ama geçen haftaki bomba biraz fena patladı bende. Şu anda evrensel şans skalasında eksilere düştüm sanırım. Bundan sonrası yukarı çıkış olabilir sadece.
‘Küçük şeylerle mutlu olmayı bilmek lazım’ gibi zırvalar vardır ya, işte biz aynen o laflardaki gibiydik. Küçük ama mutlu bi hayatımız vardı. Dolaptan kestiğim bi parça kaşar peynirine sevinirdi. Susadığı zaman götürdüğüm bi bardak suyun yüzünde yarattığı mutluluğu görmeniz gerekirdi beni anlamanız için. Sabahları sağlıklı olalım diye tek bi aspirini içip “Şimdi mükemmel olduk” diye salak salak sevinirdik. Bahar geldiğinde balkonu çevreleyen ağaçların yaprakları yeşerip her yer yemyeşil olduğunda dünyanın en mutlu ikilisi olurduk. İnsan burnuna Çin yağı sürüp uyuyacak diye sevinir mi? Bazısı seviniyormuş, o da bana denk gelmiş. Şans işi işte.
Bir yandan da birbirimize hiç benzemezdik. Zevklerimiz çok farklıydı ama bana her zaman yeni bir şeyler gösterirdi. İnsan olmayı, çevremi sevmeyi Nursel’den öğreniyordum, daha da alacak çok dersim vardı. Krediler tamamlanmadan kaçtı gitti, bizim krediler de yandı badem oldu. Daha öğrenecek çok şeyim vardı.
Beni hayata bağlayan şeydi kendisi. O gidince iyice saçma sapan bir insan olacağım gibi hissediyorum. Bana kızacak, yaptıklarıma laf edecek ya da beni çekip çevirecek birisi yok şimdi. Dımdızlak kaldım evde, bir de kucağımda Tortor var, mal gibi salonda kanepede oturuyoruz, ağaçların gölgelerine bakıyoruz işte.
Durum böyle olunca hayatın da anlamını görmeye başlıyorum ağırdan. Hayatımızın anlamı anılarımızmış, onu fark ediyorum bi kez daha. Güneş doğuyor, güneş batıyor, haberlerde saçma sapan şeyler, iş yerindeki sıkıntılar, kişisel çekişmeler filan acayip fasa fisoymuş,
bi kere daha ayılıyorsunuz. Ama narkozdan hızlı çıkmak da bi kafa yapıyor. Anlamsızlık içinde buluyorum kendimi sık sık. Evinde oturan ve yaşadığı hayatın bomboş olduğunu gören bir emekli gibiyim. Tek farkım çok güzel yaşadım, geçen haftaya kadar da kazasız belasız geldiydik. Naapalım, piyango bu sefer bana çıktı, yarın başkasına çıkacak, sonraki gün de bir başkasına. Çekiliş hep devam edecek.
Bi fotoğraf filan koymak istiyordum ama hiçbir şeye bakamıyorum. Zaten tüm fotoğraflar benim aklımda. Zamanla çıt çıt açılıyorlar. Şimdi onlara bakmak için çok erken.
Karşılaşmalar, eşyalar ve yerler en fenası. Ama her şey ilk seferinde çok acıtıyor insanın içini. Aynı yerden ikinci geçişinizde sadece içinizde bi sıcaklık kalıyor. Bakalım ne olacak? Hayatımın en büyük darbesinden sonra ne kadar sıcak beni kurtaracak bilemiyorum. Yalnızlık sıcak bi şey değil, onu çok iyi biliyorum.
Geçen hafta tam da şu satırları yazdığım sırada yanımdan gitti, artık yok. Yani var ama, yok. Üzücü ama gerçek, ne yapalım?
Şimdi arkadaşlarla daha fazla zaman geçirilecek, onlarla da güzel anlar paylaşılacak, mutlu yaşamaya devam edilecek. Mutlu olmaktan başka yapacak bir şey yok. Yani var ama, yok.








galiba..




çok uzakta bi yerde "senden çok hoşlanıyorum" dedi birisi birisine..


günümüzde her şey o kadar hızlı ki.. tüm aşklar, tüm sevgiler, tutkular, sözler, hayaller..
her şey çok çabuk başlıyor, çok çabuk sonuca geliniyor ve çok çabuk tükeniyor..

hemen herkesin anında "sana çok aşığım" dediği günümüzde artık "senden çok hoşlanıyorum" diyen kalmış mıydı?

herkesin anlık ilişkiler yaşadığı zamanlarda sabretmek aslında bir erdem mi ki?

kimin eli kimin cebindeyken birine dokunabilmek için beklemek midir güzel olan?

elini uzatsan dokunacakken şimdi arada bir görebilmek için uğraşmak eğlenceli olan mıdır?

her şey daha kolay ve düz olabilecekken uzatmalara gitmek midir can yakan?

birlikte bakıp gülümseyebilmek midir en önemlisi?

yoksa hayatı boşverebilmek midir?







behlül montu




yapılan bir araştırmaya göre bir erkek 13 yaşında gelişiminin %87,5'ini tamamlıyor (küsuratlı sayı verelim ki attığımız anlaşılmasın). kadınlar ise bu yaşta gelişimlerinin %96,5'ini tamamlamış oluyor. yani bu ne demek, 13-15 yaşlarında bir erkek neyse sonrasında da ondan daha fazlasını beklemek hayalperestlik olucak.. atalarımız boşuna insan 7'sinde neyse, 77'sinde de odur
dememiş. İnsanları farklılaştırmaya çalışmanın, onlardan değişeceklerini beklemenin pek manası yok..

ingilizlerin yaptığı bir araştırmaya göre, 13 yaşındaki kızlar, bir konuya maksimum 15 dakika konsantre olabiliyorlar. Erkekler içinse, konsantre kalma süresi ciddi bir problem: 5 dakika
o yüzden dır dır etmektense kısaca konuyu özetleyip sonuca gelmek lazım :)

almanların yaptığı bir başka araştırmaya göre de erkekler yılda 116 kez cinsel ilişkiye giriyor, kadınlarsa 108 kez. Geri kalan 8 ilişkinin kimler arasında gerçekleştiği muamma: aslında 4 ilişki de olabilir, erkekler arasında.. ya da 8 ilişki de olabilir 1 çoban ve 8 koyunuyla..

alman doktor Kurt Freund'ün yaptığı bir araştırmaya göre de, erkeklere bir kadının direncini nasıl kırarsınız diye sormuş. cevap: "birkaç bardak içiririm" olmuş. kadınların aynı soruya cevabıysa, "kıskandırırım" şeklindeymiş.

bu kıskançlık ilginç bir duygu aslında.. yani olmayacak şeyi oldurtuyor..
ey kadınlar:
* senin etrafında dolanan birisi var ama aksiyona mı geçmiyor? başkalarıyla kıskandırdığın gece sana açılmazsa namerdim :)
* uzun zamandır birliktesiniz ve sevgilin artık sana eskisi gibi tutkulu mu davranmıyor? kıskandırdığın, başkalarının ilgisini senin üzerinde hissettirdiğin an yanı başında bitecektir..
* git gelli, oldu olmadı tadında adı konmamış bir flört/ilişki başlangıcı mı yaşıyorsunuz? başka birinin sizi yemeğe çağırdığını söyleyin, kıskanan erkek "sen benimsin!" diyip yumruğunu masaya vuracaktır.

ve ey erkekler:
bir bardak içkiyle her şeyi elde edebileceğinizi zannediyorsunuz.. çok büyük yanılgılar içindesiniz, o bir kaç bardak içkiyle size bişi olmasın, ona dikkat edin!













ps: ünlenen Bihter çizmesi gibi acaba erkekler de Behlül montu giyip dolaşırlar mı?



tuvaletlerin de bir kişiliği olmalı!







direk klozet-lavabo-peçetelik alanına açılan tek kişilik cafe/bar tuvaletlerini hiç sevmiyorum..
içerde biri var mı yok mu hiiiiç anlayamıyorumm :)















kırmızı ojeler



günlerden cumartesi..
dün gece biraz geç bi saatte eve geldim :)
az önce uyandım, biraz çalışmak için..

çalışmamak için yapılan hareketlerden birer parça : arkadaşlarımı arıyorum, televizyonda zapping yapıyorum, maillerime bakıyorum, maillerimi siliyorum..

insanoğlu hiç de çalışmak için yaratılmamış.. tüm gün yat deseler yatar.. ister ki birileri "bak sana yemek hazırladım" desin, koltuğu geniş olsun ki yayılsın, arada bir biri gelsin sırt masajı yapsın, kendini soğuk sulardan sıcak sulara atsın, karnı tok sırtı pek olsun..

insanoğluna bıraksan kendini tembel hayvan sınıfına sokmak isteyebilir.. tembel hayvanlar saniyede "en fazla" yarm metre hareket eder, günde 15-18 saat arası uyur, geri kalanında ise yemek yer.. yağmur yağdığında silkinmek yerine tutundukları ağaçta baş aşağı dönerler ki
yağmur suları kendiliğinden aksın.. sırt masajına falan da ihtiyacı olmadığı için dünyanın en sorunsuz yaratığıdır..

şu an biri banyomu yaptırsın, biri mailleri cevaplasın, biri de ojelerimi sürsün istiyorum :)
sesi güzel olan biri de akşamki fasıla benim için gitsin, "duydum ki unutmuşsunnnn, gözlerimin renginiiiii" yi söylesin..
biri evi toparlasın, biri çamaşırlarımı yıkasın, biri de kumandayı bana getirsin, çok uzakta almaya üşeniyorum :)


ofiste bir akşam



şu an ofisteyim, excel'imi F9'ladım (böyle bi konsept var hayatımda), beyaz ekrana bakıyorum..

çamaşır suları depoda yer kaplamaya başlamış, ısıya karşı terapi şampuanı saç kreminden daha güzel kokuyormuş, anında beyazlık diş macunu mavi renkliymiş..

bugün apranax'ı küçültüp yutmaya çalışırken gene içimden "apranax çiğnersen beyin kanaması geçirebilirsin" cümlesini geçirdim.. gene çiğneyerek küçülttüm.. tam bu sırada içmekte olduğum çay boğazıma kaçtı, öksürdüm öksürdüm, ölüyorum sandım.. apranax değil ama böğürtlenli çay beni öldürecekti..

hafta içi dışarı çıktığımda hayat daha eğlenceli geliyor.. sanki işten eve gidince dışardaki hayatı kaçırıyormuşum gibi.. mutlu bir yorgunluk gecesinde.. sabahında da "ufff biraz daha uyumak istiyorummm" somurtkanlığı.. sonra hafta sonu da eğlenmece, gülmece, hoppidi zıppıdı..

yihuuu!!

W night..



* beyaz ekran o kadar boş ki, ben de boş boş yazıyorum.. :)

2010




* az önce "soul kitchen" filminden geldim, çok güzeldi çook.. gene bi cafe açasım, işletesim, kendi mutfağımda mutlu olasım geldi.. ne güzel müzikleri vardı..

* 2009 değerlendirmesi yapmıcam 2010'a girerken.. kötü bi seneydi de demicem, aklımdan, beynimden ve ruhumdan sildim o seneyi.. (bkz: eternal sunshine of the spotless mind)

* 2010'a girerken burcumla ilgili tüm yorumları okudum, buraya da bi kısmını yazıyım da ara ara burdan bakıp okurum:

- başaklar 2.5 yıldır zor şartlar altında gerilimlerin etkisinde ve enerjisinde ciddi testler yaşadınız. satürn iyi bir öğretmendir, sizi ciddi testlerden geçirir ama hayatı öğretir. 2010 bu açıdan sizin zafer yılınız olacak. Yani yıprandık, öğrendik ama ektiğimi biçiyorum dediğiniz bir yıl olucak. (http://nrl.blogcu.com/nuraysayari)


- at some point from September 2007 to October 2009 you likely had a very difficult time with a partner. If single, the new moon solar eclipse of January 15 could bring new love your way. Often an eclipse will ask you to give up old love to make way for new. (http://www.astrologyzone.com/forecasts/monthly/virgo_full.php)

* arkadaşlarımı çok seviyorum, iyi ki varlar.. onlarsız hayat tam bir depresyon olabilirdi..

* çok eğlenceli bi yılbaşı partisi geçirdim, uzun zamandır bu kadar eğlenmemiştim.. inanılmaz güldüm :))

- "çok ısrar etti napıyım"

* -3 ila +10

* denemece yanılmaca, karpuz seçmece

* işle ilgili denildiğinde aklıma "after work party"nin gelmesi de yeni yıla nası girdiysen öyle giderin devamı olsa gerek..

* içimde saf bir umut var hayata dair.. kimse yok edemiyo.. edemicek..

* ailemi çok seviyorum, çok özlüyorum.. iyi ki varlar..

* 2010'da ilk defa bi haftalığına izin alıp tek başıma tatile gidicem.. nereye gitsem ki..

* bu yıl kendime bir sürü eldiven ve şapka alıcam.. bi de daha çok dantelli şeyler giyicem.. ihi..

* bi de msn hesabımı kapattım, ne sıkıcı bişeymiş o öyle..